Yazar: admin

Ceza davalarında adli tıp uzmanlarının rolü

Adli tıp, tıp biliminin ceza hukuku ve medeni kanunlara, özellikle de ceza hukuku tarafında, kabul edilebilir kanıtların ve ceza usulünün yasal standartlarına uygun olarak, ceza soruşturması sırasında uygulanmasıdır. Adli bilim insanları, araştırma sırasında bilimsel kanıtları toplar, muhafaza eder ve analiz eder.

Ceza davalarında adli tıp uzmanlarının rolü, suçun işlenip işlenmediğini, failinin kim olduğunu ve suçun nasıl işlendiğini belirlemek için bilimsel kanıtlar sağlamaktır. Adli tıp uzmanları, suç mahallinden delil toplar, otopsi yapar, yaralanma ve ölüm nedenlerini belirler, fiziksel kanıtları analiz eder ve bilirkişi raporları hazırlar.

Adli tıp uzmanlarının rolü, ceza yargılamasında çok önemlidir. Adli tıp uzmanlarının sağladığı kanıtlar, mahkemenin suçun işlenip işlenmediğini, failinin kim olduğunu ve suçun nasıl işlendiğini belirlemesine yardımcı olur.

Adli tıp uzmanlarının rolü şu şekilde özetlenebilir:

  • Suç mahallinden delil toplamak
  • Otopsi yapmak
  • Yaralanma ve ölüm nedenlerini belirlemek
  • Fiziksel kanıtları analiz etmek
  • Bilirkişi raporları hazırlamak

Adli tıp uzmanlarının rolü, ceza yargılamasının aşağıdaki aşamalarında önemlidir:

  • Soruşturma aşaması: Adli tıp uzmanları, soruşturma aşamasında suç mahallinden delil toplar ve bu delilleri analiz eder. Bu deliller, suçun işlenip işlenmediğini, failinin kim olduğunu ve suçun nasıl işlendiğini belirlemeye yardımcı olur.
  • Yargılama aşaması: Adli tıp uzmanları, yargılama aşamasında bilirkişi raporları hazırlar. Bu raporlar, mahkemenin suçun işlenip işlenmediğini, failinin kim olduğunu ve suçun nasıl işlendiğini belirlemesine yardımcı olur.

Adli tıp uzmanlarının rolü, ceza yargılamasının etkinliğini ve adaleti sağlamaya katkıda bulunur.

Adli tıp uzmanlarının karşılaştıkları zorluklar

Adli tıp uzmanları, çalışmalarını yaparken bazı zorluklarla karşılaşabilirler. Bu zorluklar şunlardır:

  • Suç mahallinin bozulması
  • Delillerin tahrif edilmesi
  • Adli tıp uzmanlarının uzmanlıklarının sınırlı olması

Bu zorlukların giderilmesi için, adli tıp uzmanlarının eğitimlerinin ve deneyimlerinin artırılması, suç mahallerinin korunması ve delillerin daha iyi muhafaza edilmesi gerekir.

Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

İyi Ceza Avukatı ve Ağır Ceza Avukatı

İyi Ceza Avukatı Nasıl Seçilir?

Ceza davaları, kişinin özgürlüğü ve güvenliği gibi önemli değerleri ilgilendiren davalardır. Bu nedenle, ceza davasında savunma avukatı seçimi oldukça önemlidir. İyi bir ceza avukatı, müvekkilinin haklarını en iyi şekilde koruyacak ve en az cezayı almasını sağlayacaktır.

İyi Bir Ceza Avukatının Özellikleri

İyi bir ceza avukatının sahip olması gereken bazı özellikler şunlardır:

  • Mesleki bilgi ve deneyim: İyi bir ceza avukatı, ceza hukuku alanındaki güncel mevzuatı ve uygulamaları iyi bilmelidir. Ayrıca, ceza yargılaması sürecini ve bu süreçteki hukuki haklarını iyi anlamalıdır.
  • Hukuki yetenek: İyi bir ceza avukatı, hukuki konulardaki yeteneğini ve becerisini göstermelidir. Bu, müvekkilinin haklarını savunurken etkili bir şekilde kullanabileceği anlamına gelir.
  • İletişim becerileri: İyi bir ceza avukatı, müvekkili ile etkili bir şekilde iletişim kurabilmeli ve onu bilgilendirebilmelidir. Ayrıca, mahkemede ve adli makamlarda etkili bir şekilde konuşabilmeli ve müvekkilini savunabilmelidir.
  • İnsan ilişkileri becerileri: İyi bir ceza avukatı, müvekkili ile ve diğer taraflarla iyi ilişkiler kurabilmeli ve bu ilişkileri sürdürebilmelidir. Bu, müvekkilinin haklarını en iyi şekilde korumak için gereklidir.

İyi Bir Ceza Avukatı Nasıl Bulunur?

İyi bir ceza avukatı bulmak için aşağıdaki adımları takip edebilirsiniz:

  • Tanıdıklarından tavsiye alın: Tanıdıklarınızdan, iyi bir ceza avukatı tanıyor musunuz diye sorun. Bu şekilde, güvendiğiniz kişilerin tavsiyelerine göre hareket edebilirsiniz.
  • İnternette araştırma yapın: İnternette, iyi bir ceza avukatı bulmak için birçok kaynak bulabilirsiniz. Avukatlık bürolarının web sitelerini inceleyebilir, yorumları okuyabilir ve avukatların özgeçmişlerini inceleyebilirsiniz.
  • Barodan bilgi alın: Baroya başvurarak, ceza davalarında uzmanlaşmış avukatları öğrenebilirsiniz.

Ceza Avukatı Seçerken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Ceza avukatı seçerken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar şunlardır:

  • Avukatlığın temel ilkelerini benimsemesi: Avukatlık, tarafsızlık, bağımsızlık ve dürüstlük gibi temel ilkelere dayanan bir meslektir. İyi bir ceza avukatı, bu ilkeleri benimsemelidir.
  • Müvekkiliyle empati kurabilmesi: İyi bir ceza avukatı, müvekkilinin durumunu anlayabilmeli ve empati kurabilmelidir. Bu, müvekkilinin haklarını en iyi şekilde korumak için gereklidir.
  • Müvekkiline dürüst ve şeffaf olması: İyi bir ceza avukatı, müvekkiline dürüst ve şeffaf olmalıdır. Bu, müvekkilin güvenini kazanmak ve onu bilgilendirmek için gereklidir.

Ceza Avukatı ile İlk Görüşme

Ceza avukatı ile ilk görüşmede aşağıdaki konuları konuşmanız önemlidir:

  • Dava konusu: Avukat ile dava konusunu ayrıntılı olarak konuşun.
  • Dava süreci: Avukattan dava sürecini ve müvekkilin haklarını anlatmasını isteyin.
  • Avukatlık ücreti: Avukatlık ücretini ve ödeme koşullarını konuşun.

Ceza Avukatı ile Çalışmak

Ceza avukatı ile çalışmak için aşağıdaki adımları takip edebilirsiniz:

  • Avukatla aranızdaki iletişimi açık tutun: Avukat ile aranızdaki iletişimi açık tutun ve onunla düzenli olarak görüşün.
  • Avukatın talimatlarına uyun: Avukatın talimatlarına uyun ve onun yönlendirmelerini takip edin.
  • Avukatla güven ilişkisi kurun: Avukatla güven ilişkisi kurun ve ona güvenin.

Ceza davasında savunma avukatı seçimi, oldukça önemli bir karardır. İyi bir ceza avukatı, müvekkilinin haklarını en iyi şekilde koruyacak ve en az cezayı almasını sağlayacaktır. Bu nedenle, ceza avukatı seçerken dikkatli olmalı ve yukarıdaki hususları göz önünde bulundurmalısınız.

BASIN SUÇLARININ ÇEŞİTLERİ

Basın Suçlarının Çeşitleri

Basın Kanunu’ndaki düzenlemelerden hareketle basın suçu olarak adlandırılabilecek suçları; “basılmış eserin içeriğine ilişkin suçlar” ve “basın düzenine karşı suçlar” başlıkları altında inceleyebiliriz.

1.Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suçlar

Basılmış eserin içeriğine ilişkin suçların oluşması için, basılmış eserin varlığı zorunlu unsurdur. Basın Kanunu’nun 2. maddesinde “basılmış eser”: “Yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınlarını ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Kanun’daki bu tanımdan hareketle doktrinde, basılmış eserin mevcudiyeti için; objektif koşullar olarak, eserin düşünsel içeriği ile maddi varlığının bulunması ve sübjektif koşul olarak, eserin yayımlanmak üzere çoğaltılması gerektiği kabul edilmektedir. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Cezai sorumluluk” başlıklı 11. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur.” ifadesi nedeniyle, basın hukukunda ceza sorumluluğuna ilişkin düzenlemeleri değerlendirmeye geçmeden önce, basılmış eserler yoluyla işlenen suçları ve bu suçlara özgü unsurları incelememiz gerekir. Basılmış eserin içeriğine ilişkin olarak işlenebilecek suçlar; dar anlamda basın suçları ile basın yoluyla işlenen suçlar şeklinde bir tasnife tabi tutulabilir.

1.1.Dar Anlamda Basın Suçları

Dar anlamda basın suçları, ceza kanunlarında yer alan genel suçların dışında kalan, başka bir araçla işlendiğinde cezalandırılmayan, yalnızca basılmış eserle işlenebilen suçlardır. “Sırf basın suçu” olarak da  adlandırılan bu suçların özelliği; sadece basının araç olarak kabul edilmesi ve başka bir şekilde gerçekleşecek aleniyetin bu suçların oluşumu bakımından yeterli olmamasıdır. Dar anlamda basılmış eserin içeriğine ilişkin suçlardan ilki Basın Kanunu’nun “Cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirme” başlıklı 20. maddesidir. Bu maddede; cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanların adli para cezasıyla cezalandırılacağı, bu cezanın bölgesel süreli yayınlarda ve yaygın süreli yayınlarda belirli bir sınırın altında olamayacağı düzenlenmiştir. Bu başlık altında inceleyeceğimiz diğer suç tipi ise Basın Kanunu’nun “Kimliğin açıklanmaması” başlıklı 21. maddesidir. Zikredilen maddede; süreli yayınlarda yer alan, Türk Medeni Kanunu’na göre evlenmeleri yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili haberlerde bu kişilerin, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan cinsel dokunulmazlığa karşı suçlara ilişkin haberlerde mağdurların ve tüm suçlar açısından onsekiz yaşından küçük olan suç faili veya mağdurlarının kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanların adli para cezası ile cezalandırılacağı, bu cezanın bölgesel süreli yayınlarda ve yaygın süreli yayınlarda belirli bir sınırın altında olamayacağı düzenlenmiştir.

1.2.Basın Yoluyla İşlenen Suçlar Basın yoluyla işlenen suçlar;

Başka herhangi bir yolla, her türlü araçla işlenmesi imkânı bulunan suçların, basılmış eserin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi anlamına gelir. Bu suçlarda söz konusu olan basılmış eserin fiziki varlığının araç olarak kullanılması değil, basılmış eserin düşünsel içeriğinin araç olarak kullanılması suretiyle suçun işlenmesidir. Bahse konu suçlar genellikle ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinde fiilin basın yoluyla işlenmesinin nitelikli hal olarak düzenlendiği suçlardır.

Türk Ceza Kanunu’nun 218. maddesinde yer alan, bu Kanun’un 213 ilâ 217. maddeleri arasında düzenlenen suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek cezanın yarı oranına kadar artırılması yönündeki düzenleme; Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde yer alan, örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapma suçunun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek cezanın yarı oranında artırılması yönündeki düzenleme; Türk Ceza Kanunu’nun 318. maddesinde yer alan “Halkı askerlikten soğutma” suçunun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde cezanın yarı oranında artırılma yönündeki düzenleme, basın yoluyla işlenen suçlara örnek olarak gösterilebilir

2.Basın Düzenine Karşı Suçlar

Basın Kanunu’nda, basılmış eserin içeriği ile ilgili olmayan, Kanun’un basın faaliyetinin yürütülmesi konusunda koyduğu kurallara ve yüklediği yükümlülüklere aykırı davranışlardan kaynaklanan, basının idari düzeninin sağlanması maksadına hizmet eden, çoğunlukla yayına bağlı olmaksızın gerçekleşen suçlar da yer almaktadır. Basının yayın öncesi, yayın sırasındaki ve yayından sonraki düzeninin korunması ile ilgili olan bu suçlar; “basın düzenine karşı suçlar” olarak adlandırılmaktadır. Örneğin; Basın Kanunu’na göre, beyanname vermeden süreli yayın faaliyetine başlama, gerçeğe aykırı beyanname verme ve Kanun’un aradığı şartları taşımayanların süreli yayın çıkarmaları, basının yayın öncesi düzenine karşı suçlardır. Basılmış eserin basıldığı yer ve tarih, basımcının ve varsa yayımcının adları, varsa ticarî unvanları ve işyeri adresleri gibi bilgileri içermesi yükümlülüğüne uyulmaması yayın sırasındaki düzene, basımcının, bastığı her türlü yayının imzalı iki nüshasını, dağıtım veya yayımın yapıldığı gün, mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmemesi de yayın sonrası düzene karşı suçlardır.

Basın ve Medya Hukuku alanı üstünde uzmanlaşılması gereken bir alan olup bu konuda ofisimiz gerek gerçek gerek de tüzel kişi müvekkillerine hizmet vermektedir.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ SUÇU, UYUŞTURUCU MADDE SATMA SUÇU

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ SUÇU, UYUŞTURUCU MADDE SATMA SUÇU

Uyuşturucu madde ticareti suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç eden kişi cezalandırılır. Bu ceza, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasıdır.

Maddenin 3.fıkrasına göre ise uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi cezalandırılır. Ceza, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezasıdır. Aynı fıkranın son cümlesine göre ise uyuşturucu madde satılan kişinin çocuk olması halinde cezanın on beş yıldan az olmayacağı düzenlenmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 15.06.2004 tarihli 107-136 ile 06.03.2012 tarihli 387-75 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında kriterler belirlemiştir. Uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına yönelik olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken, öğreti ile uygulamada da kabul görmüş kriterler aşağıdadır.

Yargıtay CGK’nın Satma-Kullanma-Bulundurma Ayrımında Belirlediği Kriterler

Birinci kriter, failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girip girmediğidir.

İkinci kriter, uyuşturucu maddenin bulundurulduğu yer ve bulunduruluş biçimidir. Kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde bulundurur. Örneğin, genellikle evinde veya işyerinde bulundurmaktadır. Buna karşın uyuşturucu ev veya işyerine uzakta, çıkarılıp alınması güç ve zaman gerektiren depo, mağara, gibi bir yere gizlenebilir. İşte bu durum uyuşturucunun kullanma dışında bir amaçla bulundurulduğunu gösterebilir. Yine, uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan uyuşturucu maddenin çeşit ve miktardır. Uyuşturucu madde kullanan kimse genelde bir ya da benzer etki gösteren iki değişik uyuşturucu maddeyi bulundurur. Değişik nitelikte ve farklı etkileri olan eroin, kokain, esrar, amfetamin içeren tabletlerin birlikte bulundurulması bunların satmak amacıyla bulundurulduğunu gösterebilir. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel-ruhsal yapısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik gösterebilir. Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir.

Esrar kullanma alışkanlığı olanlar bu durumu göz önünde bulundururlar. Bu nedenle birkaç-aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri adli dosyalara yansıyan bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir. Buradan anlaşılacağı üzere uyuşturucu maddeyi satın alma, kabul etme, bulundurma eylemi kişisel kullanım amacıyla gerçekleştiriliyorsa bu durumda uyuşturucu madde ticareti suçu değil; kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu ( TCK m. 191) oluşacaktır.

Suçun Nitelikli Halleri

Maddenin 4.fıkrasında ceza artırımına ilişkin bir takım düzenlemeler bulunmaktadır. Buna göre;

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfın olması halinde;

Üçüncü maddede düzenlenen uyuşturucu madde ticaretinin Okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi halinde ceza yarı oranında artırılacaktır.

Uyuşturucu madde ticareti suçunun üç ya da daha fazla kişi tarafından işlenmesi halinde verilen ceza bir kat artırılacaktır.

Üretimi resmi makamların iznine, satışı yetkili-tabip tarafından düzenlenen reçeteye bağlı olan uyuşturucu veya uyarıcı maddeler de bu suçun konusunu oluşturur. Ancak, verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.

Uyuşturucu veya uyarıcı etki doğurmamakla birlikte, uyuşturucu veya uyarıcı madde üretiminde kullanılan ve ithal veya imali resmî makamların iznine bağlı olan maddeyi ülkeye ithal eden, imal eden, satan, satın alan, sevk eden, nakleden, depolayan veya ihraç eden kişi cezalandırılır. Bu ceza, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasıdır.

Uyuşturucu madde ticareti suçunun tabip, diş tabibi, eczacı, kimyager, veteriner, sağlık memuru, laborant, ebe, hemşire, diş teknisyeni, hastabakıcı, sağlık hizmeti veren, kimyacılıkla veya ecza ticareti ile iştigal eden kişi tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılacaktır.

Hukuk büromuz, ceza hukukunda edindiği tecrübe ile acele ve en doğru çözümleri sizler için alacaktır.

Uyuşturucu madde satmayla ilgili bir suç kapsamında davanız varsa tarafımıza ulaşmanız halinde sizlere en makul ve acele çözümleri sunacağız.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı-Şişli-İstanbul

GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU

Güveni Kötüye Kullanma Suçu: “Güveni kötüye kullanma” suçu TCK’nın 155. maddesinde; “(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş, maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır. Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır. TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, Asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır. Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir. Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli sözkonusu olacaktır.

Dolandırıcılık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

a-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b-) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen “zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkâr” gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu âna kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c-) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.09.2013 gün ve 1358-389, 04.06.2013 gün ve 1353-287 ile 19.02.2013 gün ve 1379-60 sayılı kararlarında da benzer hususlara işaret edilmiştir.

Ceza hukukunda, bu alanda uzmanlaşmış bir ceza avukatından profesyonel destek almanın önemi büyüktür. Zira haklıyken haksız duruma düşmek, mağdurken hak kaybına uğramak veya haksız bir durumdan kaynaklı olarak sanık sıfatına haiz olup haksız şekilde ceza almak içten bile değildir. Ceza hukuku, içinde yüzlerce teknik detay barındıran ve yoğun bilgi birikim ve tecrübe gerektiren bir alandır. Bize ulaşın

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı-Şişli-İstanbul

DOLANDIRICILIK SUÇUNDA HİLE

Hile, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez” biçiminde tanımlanmıştır. Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir” (Nur Centel/Hamide Z./Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2.Bası, Cilt I. s. 456) biçiminde tanımlara yer verilmiştir. Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir. Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir” (Veli Özer Özbek/ Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. bası s.650), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, s.343), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir” (Nur Centel/ Hamide Z./Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s.462) Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

Son olarak eklemek isteriz ki hilenin daha çok icrai hareketle gerçekleştirildiğini söylemek de yanlış olmaz. Gerçekten de, karşımıza çıkan olaylara baktığımızda, dolandırıcılık suçunun daha çok icrai hareketlerle işlendiğini görüyoruz. Çünkü, mağdurun aldatılabilmesi için genellikle failin olaya etki edecek bir fiili gerekmektedir. Örnek olarak, failin sahte bir evrak göstermesi, mağduru uydurma bir hikâyeyle kandırması gösterilebilir. Bunun yanında, kanununun lafzı da icrai hareketin gerektiği yönünde bir izlenim vermektedir. Madde metnindeki “hileli hareket” unsuru buna sebep olmaktadır. Bununla birlikte, hilenin ihmali hareketle gerçekleştirilmesi de mümkündür. Genel görüş, ihmali hareketle de hilenin oluşacağı yönündedir. “Hile, icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmali davranışla da, gerçekleştirilebilir. Ancak, bu durumda kişinin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek konusunda yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile hukukî ilişkide bulunulan durumlarda, böyle bir yükümlülük vardır. Ayrıca, muhatabın belli bir husustaki hatası karşısında kişinin ihmali davranışının, örneğin susmasının, bir beyan, açıklama değerini taşıması gerekir” şeklindeki madde gerekçesi de tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır. Ancak ihmali hareketle hile bakımından ayrıca şartlar ve cezalandırmaya yönelik doktrinde görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Profesyonel hukuki destek alın, mağdur olmayın, kazandığınızı sanıp kaybetmeyin, haklıyken haksız olmayın. 0212 890 50 24

Uzman, tecrübeli ceza avukatlarımızla Nişantaşı Şişli de ve İstanbul da hizmetinizdeyiz.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı-Şişli-İstanbul

KAMUDA/DEVLETTE/YARGIDA İŞ ÇÖZME VAADİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

Kamu Görevlileriyle İlişkisinin Olduğundan, Onlar Nezdinde Hatırı Sayıldığından Bahisle ve Belli Bir İşin Gördürüleceği Vaadiyle Aldatarak, Başkasından Menfaat Temin Etmek Suretiyle Dolandırıcılık Suçunun İşlenmesi

TCK m.158/2’de düzenlenen bu nitelikli halin oluşabilmesi için iki koşulun birlikte varlığı aranmaktadır. Bunlardan ilki, failin kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan ya da onlar nezdinde hatrının sayıldığından söz etmesi, diğer koşul ise; belirli bir işi gördüreceğini vadederek mağdurun ya da bir başka kişinin zararına olarak menfaat temin etmesidir. Örneğin;

Yargıtay 15.CD, 09.10.2019, E:2017/6326, K:2019/9647,

“Sanığın, katılana eski TOKİ Başkanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı …’ın yeğeni olduğunu, AK Partide çeşitli sosyal etkinliklerde, seçim çalışmalarında görev aldığını, Eskişehir, İstanbul, Ankara, Trabzon gibi illerde yerel ve milletvekili çalışmalarını organize ettiğini, siyasette ve kamuda çok çevresi olduğunu, bir çok işlerde danışmanlık yaptığını söylediği, katılanın da işyerini kapattığından ve Kütahya ili … ilçesinde Termal Turizm ruhsatlı bir arazide inşaat yapabilmek için kredi almayı düşündüğünden bu hususu sanığa söylediği, sanığın bu konuda Avrupa Birliği destekli krediler olduğunu ve bu kredilerden faydalanabileceğini, kendisinin de komisyon karşılığı kredinin çıkması konusunda halledeceğini söylediği, katılanın sanığa, sanığın çeşitli masraflar adı altında istediği, gerek bankamatik kartına para yatırmak suretiyle, gerekse sanığın bildirdiği hesap numaralarına para havalesi yapmak suretiyle toplam 25000 TL para verdiği, bu suretle sanığın üzerine atılı kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğu ve onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle belli bir işin görüleceği vaadiyle dolandırıcılık suçunu işlediği iddia edilen olayda; sanığın savunması, katılan ve tanık beyanları, mesaj tutanakları, makbuzlar ile dosya kapsamından sanığın üzerine atılı suçu işlediğine yönelik mahkeme kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş,”

Dolandırıcılık suçunun daha ağır cezayı gerektiren bu nitelikli hali bağlı hareketli suç olarak ifade edilmektedir. Yargıtay dolandırıcılık suçunun bu nitelikli haline ilişkin birtakım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 13.03.2018 tarihli 2017/36446 E, 2018/1719 K. sayılı ilamında özetle şu şekilde belirtilmiştir.; “TCK’nın 158. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan bu düzenlemeyle, failin, kamu görevlileriyle ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırı sayıldığını ileri sürerek ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin etmesi nitelikli dolandırıcılık kabul edilmektedir. Suçun maddî unsuru, kamu görevlileri yanında hatrı sayıldığının, onlarla ilişkisi bulunduğunu iddia ederek, yapılacak aracılık karşılığında kamu görevlisine verilmek üzere, para veya başkaca menfaat almak, kabul etmektir. Kamu görevlisi, TCK’nın 6. maddesinde tanımlanmış ve açıklanmıştır. Bu suçun meydana gelmesi için, suç konusunun resmî nitelikte bir iş olması ve failin kamu görevlileriyle ilişkisi olduğundan bahsederek dolandırıcılık eylemini gerçekleştirmesi gerekir. Faildeki ahlaki kötülüğün, yalnız başkalarını dolandırmakla kalmayıp, aynı zamanda kamu görevlilerini şüphe altına sokmasındaki vahameti, suçu nitelikli hâle getirmiştir. Bu iddia yapıldığında, o kamu görevlisinin gerçekten var olup olmadığı, ya da o işi yapmaya yetkili bulunup bulunmadığının bir önemi yoktur. Ancak nüfuzdan faydalanacağı söylenen kişinin kamu görevlisi olması gerekir. Kamu görevlisi sayılmayan bir kişiyle ilişkisinden dolayı bir yarar sağlanması halinde bu nitelikli hal uygulanmayacaktır. Kamu görevlisinin taraflarca tanınan ve bilinen bir görevli olması aranmaz. Asıl olan tarafların anladıkları ve anlattıkları memurun makam olarak belirlenebilen bir görevli olmasıdır. Failin mağdurdan sağladığı çıkarı ….Başsavcısına, …kaymakamına, vereceğim şeklindeki beyanında Başsavcının, Kaymakamın kişi, makam ve görev olarak yeterince belirliliği bulunmaktadır. Failin, belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hakimlerden tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacak ve TCK’ nın 158/2. maddesi uygulanamayacaktır. Keza, failin, belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp müştekinin tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde eylemi, basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır. Kamu görevlisine gerçekten ve onun bilgisi içinde çıkar sağlanmış ise eylem rüşvet suçunu oluşturacaktır.”

Bu açıklamalar doğrultusunda bu nitelikli halin uygulanmasında failin soyut olarak kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğunu ya da onlar nezdinde hatırlı olduğunu söylemesinin yeterli olmadığını, belirli ya da belirlenebilir bir kamu görevlisinin varlığının gerektiğini ve yine suç konusunun resmi niteliği haiz bir iş olması gerektiğini ifade etmek gerekir. Örneğin;

Yargıtay 23.CD, 15.04.2015, E:2015/1622, K:2015/650

“Failin, belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hâkimlerden, tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacaktır. Keza, failin, belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp mağdurun tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde, eylemi basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır… Sosyal Güvenlik ve İnsan Kaynakları adlı işyerinin sahibi olan sanığın, işyerine gelen ve emekli olmak istediğini söyleyen katılana,… SSK Bölge Müdürü’nün arkadaşı olduğunu, kendisini emekli edeceğini, …’da görevli müdürleri yemeğe götürüp işi davasız halledeceğini söyleyip masraflar için ilk aşamada 1.500 TL parasını aldığı, daha sonra ise işinin bitmek üzere olduğu söyleyip 5.000 TL daha alarak hileli hareketlerle menfaat temin ettiğinin iddia edildiği olayda, sanık, tanık ve katılan beyanları ile tüm dosya kapsamına göre, eylemin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir”

Bu nitelikli halde mağdurun da özde iyi niyetli olmadığını belirtmek gerekir. Ancak mağdurun iyi niyetli olmaması, işini kısa sürede resmi engellerle karşılaşmadan, duruma göre haklı ya da haksız bir şekilde gördürmeye çalışmış olması failin hileli davranışları neticesinde aldanmadığı ya da özgür iradesinin sakatlanmadığı anlamına gelmemektedir. TCK m.255’te düzenlenen nüfuz ticareti suçu ile aralarında benzerlikleri olan TCK m.158/2’de düzenlenen bu nitelikli halin farklılıklarını da belirtmek gerekmektedir. Nüfuz ticareti suçunda tarafların haksız bir işin gördürülmesi konusunda karşılıklı anlaşmaları söz konusu iken, TCK m.158/2’de belli bir işin gördürüleceği vaadiyle mağdurun aldatılması söz konusudur. Nüfuz ticareti suçunda gördürülecek işin haksız olması şarttır. TCK m.158/2’de ise gördürülecek işin haksız olma şartı aranmamaktadır. Nüfuz ticareti suçunda menfaat kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle temin edilirken, TCK m.158/2’de kamu görevlisi üzerinde hatırı sayıldığı iddiasıyla temin edilmektedir. Nüfuz ticareti suçunda yasal bir zeminde olmadıklarının bilincinde olan tarafların her ikisi de fail konumunda olup cezalandırılmakta iken, TCK m.158/2’de menfaati temin eden kişi mağdur konumundadır. Tezcan / Erdem / Önok, s.842.

Spesifik bir dolandırıcılık hali olan böyle bir olayla karşılaşan mağdurların mutlaka bir uzman ceza avukatından yardım alması, bir başka deyişle ceza hukukunda uzman bir hukuk bürosuyla çalışması gerekmektedir. Aksi takdirde suçun yanlış tasnif edilmesi, eksik iddianame hazırlanması ve hatta takipsizlik kararı ile karşılaşılması söz konusu olabilecek, sanık tarafından yargı baskısı ile zararın giderilmesi ihtimali ise ortadan kalkmış olacaktır.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı-Şişli-İstanbul